Sepetim 0 Toplam: 0,00 TL
Doğu Batı Düşünce Dergisi : Sayı 85 - Metafor ve Gerçeklik Arasında Lâ

Doğu Batı Düşünce Dergisi : Sayı 85 - Metafor ve Gerçeklik Arasında Lâle Devri ( 1718 - 2018 )

Liste Fiyatı : 130,00 TL
S00101-85-018
13255750
Doğu Batı Düşünce Dergisi : Sayı 85 - Metafor ve Gerçeklik Arasında Lâle Devri ( 1718 - 2018 )
Doğu Batı Düşünce Dergisi : Sayı 85 - Metafor ve Gerçeklik Arasında Lâle Devri ( 1718 - 2018 )
130.00
Bu sayıyı büyük ölçüde tarihçi Ahmet Refik Altınay'a (1881-1937) borçluyuz, desek abartmış olmayız. Bir zamanlar kendisine ‘tarihi sevdiren adam' payesi verilen, – ‘popüler tarihçi'– Ahmet Refik, Tarih-i Osmani Encümeni azası iken ve Yahya Kemal'den mülhem ‘Lâle Devri' başlıklı bir tefrikayı, önce Ahmed Cevdet Bey'in İkdam gazetesinde 1913 senesinde 26 sayı halinde neşredip daha sonra 1915 yılında devlet-i aliyye harp içindeyken kitap olarak bastırmasaydı[1] muhtemelen böylesi kapsamlı bir Dosya ile karşınıza çıkamazdık. Ahmet Refik'in Damad İbrahim Paşa'nın sadaret yıllarıyla sınırlı bir dönem için icad ettiği ‘Lâle Devri' metaforu, darb-ı mesel gibi halefi tarihçiler tarafından, Türk/ecnebi fark etmeksizin –gerek tasdik ve gerekse itiraz makamında– benimsenmiştir. (Bir yazı makinesi gibi onlarca eser vermiş Altınay'ın Osmanlıların 1640-1648 dönemi için bir diğer yakıştırması ‘Samur Devri' ise, Lâle Devri kadar yaygın bir kullanıma sahip olmamıştır.) Onun bu tesir gücü, kısmen, tasvir ettiği lâle devri atmosferinin, oryantalist yaklaşımlara malzeme sağlaması kadar tarihçiliğinin kaynak, literatür ve tahkiye dili itibarıyla sergilediği üst düzey performansla da açıklanabilir. O'nun dün sergilediği ‘popüler tarihçilik' seviyesinin bugün birçok ‘akademik tarihçilik'in üstünde olduğunu da belirtmek gerekir. Bu vadide keza Dersaadet'in sosyal tarihini bir diğer ‘popüler tarihçi' Reşad Ekrem Koçu'ya, onun İstanbul Ansiklopedisi'ne borçlu olduğumuz hatırlanmalıdır. Ne var ki edebî zevkin, ediplere has retoriğin yer yer tarihçilik kaygısını gölgede bıraktığı bu etkili metinler kusurdan azade değiller; kaynak kritiği gibi tarihçilik mesleğine uygun prosedürler ile içerdikleri açık ve örtük ideolojiler açısından yeniden müzakere edilmeliler. Şüphesiz Tukydides'in Pelopennes Savaşları ile Marx'ın Kapital'i eşit derecede ideolojik yoğunluğa sahip metinler değildir ancak bu, Atinalı generalin hiçbir dünya görüşüne, dost-düşman tefrikine sahip olmadığı mânâsına gelmemektedir. Bu dosya'nın muradı, böylesi mülahazalar ışığında ve Ahmet Refik'in Lâle Devri kitabından hareketle, dönemin karakteristiklerini irdelemek, gerek onun tezlerini gerekse ondan hareketle geliştirilen yorumları tartışmaya açmak, ideolojik mistifikasyonlardan arındırmaktır. (Selim Karahasanoğlu ve Can Erimtan gibi uzmanlar Lâle Devri paradigmasının eleştirel ve alternatif okumasını yaptılar.) Ahmet Refik, doğum ve ölüm tarihleri itibarıyla Jön Türkler ve İttihad ve Terakki kuşağının bir üyesi; onların umumi duyarlılığını paylaşmakla birlikte bir doktrin adamı ya da ideolog ve hele Cemiyet'in yeminli bir üyesi hiç değil. İttihad ve Terakkiye destek olduğu kadar muarızlığı da söz konusu. Yahya Kemal'in Portreler'inde anlattığına bakılırsa, Büyükada'da Yeni Mecmua'nın yayımlanması (1917) hazırlıkları yapılırken Ziya Gökalp'in etrafında teşekkül eden ve içlerinde Fuad Köprülü, Ağaoğlu Ahmed, Celal Sahir, Halim Sabit gibi isimlerin bulunduğu muhitin bir üyesi; nitekim Yeni Mecmua'da makalelerine sıklıkla tesadüf edilir. 1918 yılında Darülfünun'a önce muallim ve daha sonra müderris sıfatıyla dâhil oluşunu ihtimal Gökalp'e borçlu. O ayrıca Harbiye'den 1898 yılında birincilikle mezun olmuş bir subay, Askerî okullarda öğretmenlik yaptıktan sonra Balkan harbinde göz rahatsızlığı sebebiyle tekaüd edilir. Lâle Devri'ni kaleme almadan önce gittiği Paris'te müverrih C. Seignobos ile tanışır, daha sonra onun Medeniyet tarihi kitabını çevirir. Onun tarihçiliğinin siyasi tarih matrisli oluşunda bunun bir tesiri muhakkak olmalıdır. Diğer yandan Lâle Devri ve sair kitaplarında ‘ilerici-gerici' olarak okunabilecek kemalist dikotomileri kullanmasına rağmen Altınay'ın 1933 Darülfünun tensikatında Üniversite'den uzaklaştırılan ve kıt emekli maaşına mahkûm edilen müderrislerden olduğu da hatırlanmalıdır. Mizacının lâle devrine özgü yanını ise, dem meclislerinde ‘mey kâsesi ellerinde' olmak üzere, ressam İbrahim Çallı'yla bir küs bir barışık seyreden ahbaplıklarında da izleyebilmek mümkündür. Aynı zamanda şair ve güfte yazarı olan Ahmet Refik Bey arkadaşı için bir de ‘Çallı-nâme' yazmıştır. Hayatının bütün bu iniş çıkışlarına rağmen onun hâkim vasfının tarihçiliğe hasredilmiş uzun bir kalem hayatı olduğu söylenebilir. Ahmet Refik'in Nedim'in gazellerinde ifadesini bulan Dionysos'cu coşkuyu, en şöhretlisi Kâğıthane'deki Sadâbad olmak üzere Emin-âbad, Ferah-âbad, Neşat-âbad gibi sayıları yüzü bulan kasr ve köşkleri ile Osmanlı rokokosunu vs. ‘Lâle devri' başlığı altında toplamadan önce Lâle, Tanpınar'ın ifadesiyle saraylı-aristokrat gül'e karşılık Anadolu sadeliğini temsil eden bir süs bitkisi, keza divan şiiri mazmunu ve ayrıca esoterik bir mânâyı da içeriyordu, Allah ile aynı harflerden müteşekkil olduğu ve Vahdet'i temsil ettiği için lâlenin kimi ehl-i tarikin mezar taşlarını da süslediği bilinmektedir. Ahmet Refik'in ‘seküler' Lâle Devri ise, Sultan Üçüncü Ahmed'in (büyük kızı Fatma Sultan'la evli) damadı Muşkaralı İbrahim Efendi'yi-Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'yı 1718 Mayısı'nda sadaret makamına getirmesiyle başlayıp ‘rüesa-yı eşkıya'dan Arnavut/Patrona Halil önderliğinde 28 Eylül 1730'da patlak veren isyan neticesinde Damad İbrahim Paşa'nın katli ve saltanat değişikliğiyle son bulan 12 yıllık bir dönemi kapsar. 27 yıl önce Edirne vak'asını (22 Ağustos 1703) müteakip kardeşi Mustafa'dan sonra Osmanlı tahtına geçen Ahmed-i salis şimdi yerini Patrona İsyanı ile yeğeni Mahmud'a bırakmaktadır. Şu halde Lâle devri, Sultan Ahmed'in taht müddetinin tamamını değil Damad İbrahim Paşa'nın sadrazamlık süresini niteler. İbrahim Paşa göreve geldikten iki ay kadar sonra Venedik ve Avusturya ile imzalanan Pasarofça Muahedesinin (Haziran 1718) sağladığı sulh ortamının ‘ıslahatlar' için maddi zemini sağlanılır. Prut'ta cenk edilen Rusya Çarı Petro'nun bizzat kendisinin katıldığı iki Avrupa gezisi, bataklılar üzerinde yeni bir başkent inşa etmesi gibi radikal teşebbüslerinin yanında sönük kalmaya mahkûm bu ıslah çabalarının takdir ve tenkidi, devrin Osmanlı ricalinin –N. Elias'ın ifadesiyle ‘Saray Cemiyeti'nin– zevk, lüks, eğlence kalıp ve ritüellerini ‘ahlâki tefessüh' göstergelerine indirgemeden ve ‘ilerici-gerici' söylemine yaslanmadan mümkün olacaktır. Netice olarak insanlık tarihini yavaş akan bir nehre benzeten Braudel'in longue durée perspektifi açısından ancak bir ‘köpük' olarak nitelendirilebilecek olan bu on iki yıllık dönem, her şey bir yana Nedim'den Levnî ve Vanmour'a, Müteferikka'dan Yirmisekiz Mehmet Çelebi'ye Pasarofça'dan Patrona İsyanı'na, bizzat lâle'nin kendisine, paşaların patronaj ilişkilerine, harp ve diplomasiye kadar merakımızı tahrik edecek başlıklarla dolu. ‘Lâle Devri' sayısına katkıda bulunan tüm meslektaşlarımıza bu vesileyle Doğu Batı Dergisi adına teşekkürü bir borç biliriz. Mehmet Özden Doğu Batı Dergisi 85. Sayı Editörü Dipnot [1] Türk Tarih Kurumu kütüphanesinde 1915 tarihli üç ayrı matbaadan çıkmış-Matbaa-i Hayriye, Kitabhane-i Askerî, Teshîl-i Tıbaat –Lâle Devri bulunduğuna bakılırsa, savaş ortamına rağmen Ahmet Refik'in mezkur kitabının ‘best-seller' olduğu anlaşılıyor. Bizim kuşağımız ise onun bu eserini daha çok Haydar Ali Diriöz'ün tanıtıcı bir ‘Önsöz' yazarak yayımladığı Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Kültür Yayınları'ndan çıkan (Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1973, 199 sayfa) nüshasından tanıdı. Ahmet Refik hakkında kapsamlı/popüler bir monografi Muzaffer Gökman'ın kaleminden çıkmıştır: Tarihi Sevdiren Adam: Ahmed Refik Altınay, İstanbul: İş Bankası yay. 1978. Halil İnalcık da Ahmet Refik'in tarihçiliği hakkında müspet cümleler kurmuş ve bu vadide Hasbağçede ‘ayş u tarab (İstanbul, 2010) başlıklı kitabında Damad İbrahim Paşa'nın sadaret zamanını ‘Lâle Devri' başlığı altında toplayıp büyük ölçüde Altınay'ın anlatısı etrafında kurgulamıştır.
  • Açıklama
    • Bu sayıyı büyük ölçüde tarihçi Ahmet Refik Altınay'a (1881-1937) borçluyuz, desek abartmış olmayız. Bir zamanlar kendisine ‘tarihi sevdiren adam' payesi verilen, – ‘popüler tarihçi'– Ahmet Refik, Tarih-i Osmani Encümeni azası iken ve Yahya Kemal'den mülhem ‘Lâle Devri' başlıklı bir tefrikayı, önce Ahmed Cevdet Bey'in İkdam gazetesinde 1913 senesinde 26 sayı halinde neşredip daha sonra 1915 yılında devlet-i aliyye harp içindeyken kitap olarak bastırmasaydı[1] muhtemelen böylesi kapsamlı bir Dosya ile karşınıza çıkamazdık. Ahmet Refik'in Damad İbrahim Paşa'nın sadaret yıllarıyla sınırlı bir dönem için icad ettiği ‘Lâle Devri' metaforu, darb-ı mesel gibi halefi tarihçiler tarafından, Türk/ecnebi fark etmeksizin –gerek tasdik ve gerekse itiraz makamında– benimsenmiştir. (Bir yazı makinesi gibi onlarca eser vermiş Altınay'ın Osmanlıların 1640-1648 dönemi için bir diğer yakıştırması ‘Samur Devri' ise, Lâle Devri kadar yaygın bir kullanıma sahip olmamıştır.) Onun bu tesir gücü, kısmen, tasvir ettiği lâle devri atmosferinin, oryantalist yaklaşımlara malzeme sağlaması kadar tarihçiliğinin kaynak, literatür ve tahkiye dili itibarıyla sergilediği üst düzey performansla da açıklanabilir. O'nun dün sergilediği ‘popüler tarihçilik' seviyesinin bugün birçok ‘akademik tarihçilik'in üstünde olduğunu da belirtmek gerekir. Bu vadide keza Dersaadet'in sosyal tarihini bir diğer ‘popüler tarihçi' Reşad Ekrem Koçu'ya, onun İstanbul Ansiklopedisi'ne borçlu olduğumuz hatırlanmalıdır. Ne var ki edebî zevkin, ediplere has retoriğin yer yer tarihçilik kaygısını gölgede bıraktığı bu etkili metinler kusurdan azade değiller; kaynak kritiği gibi tarihçilik mesleğine uygun prosedürler ile içerdikleri açık ve örtük ideolojiler açısından yeniden müzakere edilmeliler. Şüphesiz Tukydides'in Pelopennes Savaşları ile Marx'ın Kapital'i eşit derecede ideolojik yoğunluğa sahip metinler değildir ancak bu, Atinalı generalin hiçbir dünya görüşüne, dost-düşman tefrikine sahip olmadığı mânâsına gelmemektedir. Bu dosya'nın muradı, böylesi mülahazalar ışığında ve Ahmet Refik'in Lâle Devri kitabından hareketle, dönemin karakteristiklerini irdelemek, gerek onun tezlerini gerekse ondan hareketle geliştirilen yorumları tartışmaya açmak, ideolojik mistifikasyonlardan arındırmaktır. (Selim Karahasanoğlu ve Can Erimtan gibi uzmanlar Lâle Devri paradigmasının eleştirel ve alternatif okumasını yaptılar.) Ahmet Refik, doğum ve ölüm tarihleri itibarıyla Jön Türkler ve İttihad ve Terakki kuşağının bir üyesi; onların umumi duyarlılığını paylaşmakla birlikte bir doktrin adamı ya da ideolog ve hele Cemiyet'in yeminli bir üyesi hiç değil. İttihad ve Terakkiye destek olduğu kadar muarızlığı da söz konusu. Yahya Kemal'in Portreler'inde anlattığına bakılırsa, Büyükada'da Yeni Mecmua'nın yayımlanması (1917) hazırlıkları yapılırken Ziya Gökalp'in etrafında teşekkül eden ve içlerinde Fuad Köprülü, Ağaoğlu Ahmed, Celal Sahir, Halim Sabit gibi isimlerin bulunduğu muhitin bir üyesi; nitekim Yeni Mecmua'da makalelerine sıklıkla tesadüf edilir. 1918 yılında Darülfünun'a önce muallim ve daha sonra müderris sıfatıyla dâhil oluşunu ihtimal Gökalp'e borçlu. O ayrıca Harbiye'den 1898 yılında birincilikle mezun olmuş bir subay, Askerî okullarda öğretmenlik yaptıktan sonra Balkan harbinde göz rahatsızlığı sebebiyle tekaüd edilir. Lâle Devri'ni kaleme almadan önce gittiği Paris'te müverrih C. Seignobos ile tanışır, daha sonra onun Medeniyet tarihi kitabını çevirir. Onun tarihçiliğinin siyasi tarih matrisli oluşunda bunun bir tesiri muhakkak olmalıdır. Diğer yandan Lâle Devri ve sair kitaplarında ‘ilerici-gerici' olarak okunabilecek kemalist dikotomileri kullanmasına rağmen Altınay'ın 1933 Darülfünun tensikatında Üniversite'den uzaklaştırılan ve kıt emekli maaşına mahkûm edilen müderrislerden olduğu da hatırlanmalıdır. Mizacının lâle devrine özgü yanını ise, dem meclislerinde ‘mey kâsesi ellerinde' olmak üzere, ressam İbrahim Çallı'yla bir küs bir barışık seyreden ahbaplıklarında da izleyebilmek mümkündür. Aynı zamanda şair ve güfte yazarı olan Ahmet Refik Bey arkadaşı için bir de ‘Çallı-nâme' yazmıştır. Hayatının bütün bu iniş çıkışlarına rağmen onun hâkim vasfının tarihçiliğe hasredilmiş uzun bir kalem hayatı olduğu söylenebilir. Ahmet Refik'in Nedim'in gazellerinde ifadesini bulan Dionysos'cu coşkuyu, en şöhretlisi Kâğıthane'deki Sadâbad olmak üzere Emin-âbad, Ferah-âbad, Neşat-âbad gibi sayıları yüzü bulan kasr ve köşkleri ile Osmanlı rokokosunu vs. ‘Lâle devri' başlığı altında toplamadan önce Lâle, Tanpınar'ın ifadesiyle saraylı-aristokrat gül'e karşılık Anadolu sadeliğini temsil eden bir süs bitkisi, keza divan şiiri mazmunu ve ayrıca esoterik bir mânâyı da içeriyordu, Allah ile aynı harflerden müteşekkil olduğu ve Vahdet'i temsil ettiği için lâlenin kimi ehl-i tarikin mezar taşlarını da süslediği bilinmektedir. Ahmet Refik'in ‘seküler' Lâle Devri ise, Sultan Üçüncü Ahmed'in (büyük kızı Fatma Sultan'la evli) damadı Muşkaralı İbrahim Efendi'yi-Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'yı 1718 Mayısı'nda sadaret makamına getirmesiyle başlayıp ‘rüesa-yı eşkıya'dan Arnavut/Patrona Halil önderliğinde 28 Eylül 1730'da patlak veren isyan neticesinde Damad İbrahim Paşa'nın katli ve saltanat değişikliğiyle son bulan 12 yıllık bir dönemi kapsar. 27 yıl önce Edirne vak'asını (22 Ağustos 1703) müteakip kardeşi Mustafa'dan sonra Osmanlı tahtına geçen Ahmed-i salis şimdi yerini Patrona İsyanı ile yeğeni Mahmud'a bırakmaktadır. Şu halde Lâle devri, Sultan Ahmed'in taht müddetinin tamamını değil Damad İbrahim Paşa'nın sadrazamlık süresini niteler. İbrahim Paşa göreve geldikten iki ay kadar sonra Venedik ve Avusturya ile imzalanan Pasarofça Muahedesinin (Haziran 1718) sağladığı sulh ortamının ‘ıslahatlar' için maddi zemini sağlanılır. Prut'ta cenk edilen Rusya Çarı Petro'nun bizzat kendisinin katıldığı iki Avrupa gezisi, bataklılar üzerinde yeni bir başkent inşa etmesi gibi radikal teşebbüslerinin yanında sönük kalmaya mahkûm bu ıslah çabalarının takdir ve tenkidi, devrin Osmanlı ricalinin –N. Elias'ın ifadesiyle ‘Saray Cemiyeti'nin– zevk, lüks, eğlence kalıp ve ritüellerini ‘ahlâki tefessüh' göstergelerine indirgemeden ve ‘ilerici-gerici' söylemine yaslanmadan mümkün olacaktır. Netice olarak insanlık tarihini yavaş akan bir nehre benzeten Braudel'in longue durée perspektifi açısından ancak bir ‘köpük' olarak nitelendirilebilecek olan bu on iki yıllık dönem, her şey bir yana Nedim'den Levnî ve Vanmour'a, Müteferikka'dan Yirmisekiz Mehmet Çelebi'ye Pasarofça'dan Patrona İsyanı'na, bizzat lâle'nin kendisine, paşaların patronaj ilişkilerine, harp ve diplomasiye kadar merakımızı tahrik edecek başlıklarla dolu. ‘Lâle Devri' sayısına katkıda bulunan tüm meslektaşlarımıza bu vesileyle Doğu Batı Dergisi adına teşekkürü bir borç biliriz. Mehmet Özden Doğu Batı Dergisi 85. Sayı Editörü Dipnot [1] Türk Tarih Kurumu kütüphanesinde 1915 tarihli üç ayrı matbaadan çıkmış-Matbaa-i Hayriye, Kitabhane-i Askerî, Teshîl-i Tıbaat –Lâle Devri bulunduğuna bakılırsa, savaş ortamına rağmen Ahmet Refik'in mezkur kitabının ‘best-seller' olduğu anlaşılıyor. Bizim kuşağımız ise onun bu eserini daha çok Haydar Ali Diriöz'ün tanıtıcı bir ‘Önsöz' yazarak yayımladığı Başbakanlık Kültür Müşteşarlığı Kültür Yayınları'ndan çıkan (Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1973, 199 sayfa) nüshasından tanıdı. Ahmet Refik hakkında kapsamlı/popüler bir monografi Muzaffer Gökman'ın kaleminden çıkmıştır: Tarihi Sevdiren Adam: Ahmed Refik Altınay, İstanbul: İş Bankası yay. 1978. Halil İnalcık da Ahmet Refik'in tarihçiliği hakkında müspet cümleler kurmuş ve bu vadide Hasbağçede ‘ayş u tarab (İstanbul, 2010) başlıklı kitabında Damad İbrahim Paşa'nın sadaret zamanını ‘Lâle Devri' başlığı altında toplayıp büyük ölçüde Altınay'ın anlatısı etrafında kurgulamıştır.
      Stok Kodu
      :
      S00101-85-018
      Boyut
      :
      16,00x24,00 cm.
      Sayfa Sayısı
      :
      348
      Basım Yeri
      :
      Ankara
      Basım Tarihi
      :
      2018
      Kapak Türü
      :
      Karton kapak
      Kağıt Türü
      :
      2. Hamur
      Dili
      :
      Türkçe
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
  • Yeni Gelenler
Kapat