Sepetim 0 Toplam: 0,00 TL
S00101-14-001
864196
Doğu Batı Düşünce Dergisi : Sayı 14 - Avrupa
Doğu Batı Düşünce Dergisi : Sayı 14 - Avrupa
130.00
Kendi küllerinden inşa edilmişçesine yükselen görkemli yapılar karşı­sın­da bir an hayretimizi gizleyemeyiz. Hakikatte, vücuda gelen devasa büyük­lüğün; fırça darbeleri, cam parçaları, çakıl taşlarına kadar inen ay­rın­tı­la­rı vardır. Ama biz, birçok nesneyi, varlık türünü, bütün olan yapı­dan soyut­layarak anlamlandırabiliyoruz. Bu yöntem karmaşık yapıları çözümle­me konusunda belli kolaylıklar sağlasa da aşırı genelleme ve tektipleş­tir­­meler bazen insanda mucizevî bir suskunluk etkisi bırakabilir: Yeni modelleri ve bilgi rejimlerini kendimizi hareketsiz bırakacak kadar mükem­melleştirebiliriz. Genellikle, tarihi algılama konusunda da benzer bir yöntemi takip ederiz. Ayrıntılara inmeden, tek tek parçalara bakmadan kimi uygarlıkları “imkânsızlığın heykelleri” olarak bir bütün halinde gö­rü­rüz. Örneğin, Yunanlıların matematiği Mısır'dan, astronomiyi Babil' den getirdiği kabul edilirse, Yunan mucizesine gölge düşecektir. Kaldı ki, Yunan­lılar Pers savaşlarında “barbar”lar sayesinde “barbar” sö­zünü telaffuz ettikten sonra kimliklerinin bilincine daha çok varmışlardır. Cop­les­ton gibi felsefe tarihçileri Yunanlılar sayesinde bilimde “sistema­tik” bir baş­langıcın olduğunu iddia eder ancak “hegemonik” üslupla ya­zılan tarih­le­rin barbar, pagan, Asyalı ve heretik gibi ikincil kaynakları kolayca es geç­­tikleri unutulmamalıdır. Doğu Batı'nın bu sayısı Avrupa'nın bir kez değil birçok kez kurul­duğu tezinden hareket etmektedir. Temel iddia, ne Yunan görkemini dile getir­mek ne de her şeyi Avrupa'nın sınırlı tarihsel olaylarıyla sınırlandı­rıp, sözgelimi Romalılık hastalığıyla (romanité) bütün bir yapıyı açıkla­ma­ya çalışmaktır. Avrupa'yı sadece bir yapı olarak değil, yapıçevre, altüst, AvrupaTürkiye (mesela Pas­taKrema) denklemleriyle açıklamaya çalış­tık. Zira, Avrupa karşılıklı etkiler ba­kımından her dönemde yeniden yapı­lanmış, dolayısıyla birçok kez Avrupalılaşmıştır. Avrupa'nın Grek­leş­mesi, Latinleşmesi, Romalılaşması, Germenleşmesi, Hıristiyanlaşması ayrı ayrı süreçler, ayrı ayrı etkileşimlerdir. Her adaptasyon farklı bir Av­rupa yaratmış, her bölünme Avrupa'nın kültürel sınırlarına esneklik ka­zan­dırmıştır. Doğu'dan gelen Hıristiyanlık sabit bir İncil coğrafyası or­taya çıkaramamıştır ve Hıristiyanlık toprakları, dolayısıyla Hıristiyanlık bilinci ve epistemesi sürekli değişmiştir. Aydınlanma döneminin değerleri bazen insanlığa müjde olarak sunulmuş, aynı değerler bazen Kant, Vol­ta­i­re, Montesquieu gibi düşünürlerin elinde üstün bir kültürün, yer yer Avru­pamerkezli bir ayrımcılığın şiddetine bürünebilmiştir. Avrupa'nın birincil kaynakları var mıdır yoksa tüm özgünlüğü ikincil kay­nakları biraraya getirip buradan –sentez yoluyla– olağanüstü sonuçlar üret­mesinde mi aranmalıdır? Avrupa'nın papalık, krallık ve burjuvazi üç­genindeki alışverişinden nasıl ortak bir kimlik üretebiliriz? Kaldı ki, kendi çıkarlarına mahkûm, son derece kıskanç ulusdevlet birliklerinin ortak bir kimlik arayışını engellediğini düşünecek olursak… Burada, Av­rupa tari­hi açısından çatışma kültürü büyük bir önem arz etmektedir. Mi­to­lo­ji­de­ki erdemle yüklü kahramanlar ile parmaklarının ucundan şehvet damla­yan kahramanların çelişkisinden, akıl ve nihilizm arasındaki sonsuz sayıda yuvarlanmalara varıncaya dek sanatsal, kültürel ve felsefi olarak Avru­pa kendini farklı biçimlerde açığa sermiştir. Avrupa hakkındaki bir soruşturmada, çekilecek fotoğrafın hangi ka­re­le­ri öne çıkarılabilir? Öncelikle öne çıkarılması gereken tek bir kare var mıdır? Arka planda bırakılan konumlar, –örneğin Orta Çağ– Avrupa tari­hi­nin gerisinde durması gereken karanlık bir devir midir? Kiliseyle devlet ara­sındaki sözleşme geleneği, temsilî hükümet modeli, sınırsız ira­denin yasak­lanışı gibi fikirler Orta Çağ olarak adlandırılan dönemde ortaya atıl­mış­tır ve bunlar de­mokrasi tarihi açısından antik çağ kadar önem ta­şı­mak­tadır. Felsefi ve siyasal eşitlik düşüncesine Orta Çağ'daki ruhani eşitlik düşüncesinden geçilmiştir. Yine Orta Çağ'daki Tanrıbilim, Ruh'ülkudüs gibi dinsel tartışmalara katılmadan Batı metafiziğini ve Batı bire­yini sağlıklı değerlendirmek mümkün görünme­mektedir. Bütün bu geliş­me­leri geri plana itmek tarihi kamaştırıcı ve al­benili giysilerle süslemektir ama bu bağlamda bilimin estetik zevkinin çok da geliştiği ve renk ton­la­ma­larıyla pek fazla uğraştığı söylenemez. Salvadore Dali'ye bir de şu soru sorulmalıydı: Pasta mı önce yenmeliydi yoksa kre­ma mı?
  • Açıklama
    • Kendi küllerinden inşa edilmişçesine yükselen görkemli yapılar karşı­sın­da bir an hayretimizi gizleyemeyiz. Hakikatte, vücuda gelen devasa büyük­lüğün; fırça darbeleri, cam parçaları, çakıl taşlarına kadar inen ay­rın­tı­la­rı vardır. Ama biz, birçok nesneyi, varlık türünü, bütün olan yapı­dan soyut­layarak anlamlandırabiliyoruz. Bu yöntem karmaşık yapıları çözümle­me konusunda belli kolaylıklar sağlasa da aşırı genelleme ve tektipleş­tir­­meler bazen insanda mucizevî bir suskunluk etkisi bırakabilir: Yeni modelleri ve bilgi rejimlerini kendimizi hareketsiz bırakacak kadar mükem­melleştirebiliriz. Genellikle, tarihi algılama konusunda da benzer bir yöntemi takip ederiz. Ayrıntılara inmeden, tek tek parçalara bakmadan kimi uygarlıkları “imkânsızlığın heykelleri” olarak bir bütün halinde gö­rü­rüz. Örneğin, Yunanlıların matematiği Mısır'dan, astronomiyi Babil' den getirdiği kabul edilirse, Yunan mucizesine gölge düşecektir. Kaldı ki, Yunan­lılar Pers savaşlarında “barbar”lar sayesinde “barbar” sö­zünü telaffuz ettikten sonra kimliklerinin bilincine daha çok varmışlardır. Cop­les­ton gibi felsefe tarihçileri Yunanlılar sayesinde bilimde “sistema­tik” bir baş­langıcın olduğunu iddia eder ancak “hegemonik” üslupla ya­zılan tarih­le­rin barbar, pagan, Asyalı ve heretik gibi ikincil kaynakları kolayca es geç­­tikleri unutulmamalıdır. Doğu Batı'nın bu sayısı Avrupa'nın bir kez değil birçok kez kurul­duğu tezinden hareket etmektedir. Temel iddia, ne Yunan görkemini dile getir­mek ne de her şeyi Avrupa'nın sınırlı tarihsel olaylarıyla sınırlandı­rıp, sözgelimi Romalılık hastalığıyla (romanité) bütün bir yapıyı açıkla­ma­ya çalışmaktır. Avrupa'yı sadece bir yapı olarak değil, yapıçevre, altüst, AvrupaTürkiye (mesela Pas­taKrema) denklemleriyle açıklamaya çalış­tık. Zira, Avrupa karşılıklı etkiler ba­kımından her dönemde yeniden yapı­lanmış, dolayısıyla birçok kez Avrupalılaşmıştır. Avrupa'nın Grek­leş­mesi, Latinleşmesi, Romalılaşması, Germenleşmesi, Hıristiyanlaşması ayrı ayrı süreçler, ayrı ayrı etkileşimlerdir. Her adaptasyon farklı bir Av­rupa yaratmış, her bölünme Avrupa'nın kültürel sınırlarına esneklik ka­zan­dırmıştır. Doğu'dan gelen Hıristiyanlık sabit bir İncil coğrafyası or­taya çıkaramamıştır ve Hıristiyanlık toprakları, dolayısıyla Hıristiyanlık bilinci ve epistemesi sürekli değişmiştir. Aydınlanma döneminin değerleri bazen insanlığa müjde olarak sunulmuş, aynı değerler bazen Kant, Vol­ta­i­re, Montesquieu gibi düşünürlerin elinde üstün bir kültürün, yer yer Avru­pamerkezli bir ayrımcılığın şiddetine bürünebilmiştir. Avrupa'nın birincil kaynakları var mıdır yoksa tüm özgünlüğü ikincil kay­nakları biraraya getirip buradan –sentez yoluyla– olağanüstü sonuçlar üret­mesinde mi aranmalıdır? Avrupa'nın papalık, krallık ve burjuvazi üç­genindeki alışverişinden nasıl ortak bir kimlik üretebiliriz? Kaldı ki, kendi çıkarlarına mahkûm, son derece kıskanç ulusdevlet birliklerinin ortak bir kimlik arayışını engellediğini düşünecek olursak… Burada, Av­rupa tari­hi açısından çatışma kültürü büyük bir önem arz etmektedir. Mi­to­lo­ji­de­ki erdemle yüklü kahramanlar ile parmaklarının ucundan şehvet damla­yan kahramanların çelişkisinden, akıl ve nihilizm arasındaki sonsuz sayıda yuvarlanmalara varıncaya dek sanatsal, kültürel ve felsefi olarak Avru­pa kendini farklı biçimlerde açığa sermiştir. Avrupa hakkındaki bir soruşturmada, çekilecek fotoğrafın hangi ka­re­le­ri öne çıkarılabilir? Öncelikle öne çıkarılması gereken tek bir kare var mıdır? Arka planda bırakılan konumlar, –örneğin Orta Çağ– Avrupa tari­hi­nin gerisinde durması gereken karanlık bir devir midir? Kiliseyle devlet ara­sındaki sözleşme geleneği, temsilî hükümet modeli, sınırsız ira­denin yasak­lanışı gibi fikirler Orta Çağ olarak adlandırılan dönemde ortaya atıl­mış­tır ve bunlar de­mokrasi tarihi açısından antik çağ kadar önem ta­şı­mak­tadır. Felsefi ve siyasal eşitlik düşüncesine Orta Çağ'daki ruhani eşitlik düşüncesinden geçilmiştir. Yine Orta Çağ'daki Tanrıbilim, Ruh'ülkudüs gibi dinsel tartışmalara katılmadan Batı metafiziğini ve Batı bire­yini sağlıklı değerlendirmek mümkün görünme­mektedir. Bütün bu geliş­me­leri geri plana itmek tarihi kamaştırıcı ve al­benili giysilerle süslemektir ama bu bağlamda bilimin estetik zevkinin çok da geliştiği ve renk ton­la­ma­larıyla pek fazla uğraştığı söylenemez. Salvadore Dali'ye bir de şu soru sorulmalıydı: Pasta mı önce yenmeliydi yoksa kre­ma mı?
      Stok Kodu
      :
      S00101-14-001
      Boyut
      :
      16,00x24,00 cm.
      Basım Yeri
      :
      Ankara
      Baskı
      :
      1
      Basım Tarihi
      :
      2001
      Kapak Türü
      :
      Karton kapak
      Kağıt Türü
      :
      2. Hamur
      Dili
      :
      Türkçe
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
  • Yeni Gelenler
Kapat